Kıyamet Gününü Kim Biliyor?
Bir Akşamın Sessizliği
Herkesin hayatında bir dönüm noktası vardır, bir an vardır ki, insan zamanın nasıl geçtiğini, hayatın ne kadar kısa olduğunu fark eder. Benim o anım, bir yaz akşamına denk geldi. Kayseri’nin sessiz sokaklarında yürüyordum, hava sıcaktı ama bir o kadar da huzurluydu. Bir yanda caddeye yayılmış, etrafı saran huzursuz edici kalabalık, bir yanda ise yalnızlık. O anda bir şeyler değişmeye başlamıştı, ama neydi o şey? Kıyamet günü mü? Belki de. Belki o andı, belki de o akşam, bu dünyadaki son akşamımdı. Ama kim bilir?
Düşüncelerim bir çığ gibi büyüyordu. Kıyamet günü… Kıyamet gününü kim bilir? Gerçekten kimse bilmiyor. Herkes kendi içinde bir anlam yaratıyor, kendi yolunda ilerliyor. Belki de kıyamet, dünyanın sonu değil, insanın içindeki büyük bir değişimdi. Belki, kıyamet aslında ne yaparsan yap, anlamını kaybetmiş bir dünyada var olmanın yıkımıydı. Ama kim bilir?
O Anın Sessizliği
Yavaşça yürümeye devam ettim, bir yandan da çevremdeki insanları izliyordum. Herkes kendi dünyasında kaybolmuş, kendi düşüncelerine dalmıştı. Beni düşündüren şey, birinin benim gibi düşündüğü, hissettiği var mıydı? Kendimi öyle yalnız hissediyordum ki. Sanki kıyamet yalnızlıkla başlamıştı. Kıyamet, bir başına kalmanın acısıydı.
Birden aklıma, o eski sözü hatırladım: “İnsan bir gün kıyametini kendisi yaratır.” Belki de gerçekten öyleydi. Kıyamet gününü kim bilebilir ki? Herkesin kıyameti farklıydı. Benimki yalnızlık, bir başıma kalmak, belki de birisinin bana verdiği sözü tutmamasıydı. “Hep yanında olacağım” demişti, ama o, o kadar kolay terk etti ki. Kıyametim buydu işte. Hayal kırıklığına uğramak, kaybolmuş olmak. Belki de tüm bunları hatırlamak, kıyametin ilk adımıydı.
Beni terk edişi, sanki bu dünyada geriye hiç bir şey bırakmadığı hissini uyandırmıştı. Bir gün her şeyin son bulacağını ve birinin seni bırakıp gideceğini hissetmek, kıyamet günü hakkında daha fazla şey düşünmeme yol açtı. O kadar basitti ki: O an, içinde yaşadığın dünyaya bir son vermekti. Kıyamet, bazen bir insanın ayrılığına, bazen de tüm hayallerin yıkılmasına tekabül eder.
Hayal Kırıklığı ve Umut Arasında
Gözlerimi bir an için gökyüzüne dikip, derin bir nefes aldım. Evet, belki de kıyamet günü gelmişti, ama bu, fiziksel bir kıyamet değildi. Hayat, insanın beklentilerinin, umutlarının yok olduğu, en karanlık zamanlarında bir kıyamet günü yaratır. O kadar kırgın ve yorgundum ki, yaşadığım hayal kırıklığı da bir kıyamet gibiydi. Ama belki de her şeyin sonu, yeniden bir başlangıca dönüştürebilirdi.
Bir kıyamet günü olmalıydı. Belki de bu yaz akşamı, benim kıyametimdi. Ama başka bir sabah yeniden doğacağımı düşündüm. İçimde bir umut vardı. Kıyamet günü bile olsa, belki de o günü yaşamak, hayatta kalmak ve yeniden umut etmek zorundaydım. Her şeyin sonu olsa da, bir yerlerde başlayacak bir yeni hayat vardı. Bir şeylerin kırılması, yeniden kurulmasına olanak sağlıyordu. İçimdeki bu umudu yakaladım, hafifçe gülümsedim.
Bunu düşünerek yürümeye devam ettim. Kıyamet, belki de bir nevi içsel bir yolculuktu. İnsanın kendisini bulması, yıkılmasına rağmen yeniden ayağa kalkmasıydı. Her şeyin sonu da, başka bir sonun başlangıcı olabilirdi. Kim bilir? Belki de bugün yaşadığım, hayatımın en anlamlı kıyametiydi.
Sonuçta Kıyamet
Bir hafta sonra, yine aynı sokakta yürürken, yine aynı hisleri hissettim. Ama bu kez başka bir şey vardı. Kıyamet günüyle ilgili olan tüm karamsar düşüncelerim, yerini bir farkındalığa bırakmıştı. Hayatın, bazen yıkılmak ve yeniden kurulmak üzerine kurulu olduğunu fark ettim. Kıyamet günü, bazen tam da bu noktada başlar. İnsan, kaybolmuş olduğu o anlarda, kendisini bulur. Kıyamet, belki de sadece kendimizi yeniden keşfetmemize neden olan bir dönüm noktasıydı.
Kimse kıyamet gününü bilmez, kimse gerçekten ne zaman sona ereceğini bilmez. Ama belki de önemli olan, o anın kıymetini anlamaktır. Kıyamet, her zaman bir son değil, belki de bir başlangıçtır.